25 Şubat 2012 Cumartesi

SANAT VE ESTETİK


SANAT
Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olan sanat insanlıkla yaşıttır. Genel olarak herhangi bir etkinliğin ya da bir işin yapılmasıyla ilgili yöntemlerin, bilgilerin ve kuralların tümüne birden sanat diyoruz.
Sanatsal etkinliği bazı düşüncelerin, amaçların, duyguların, durumların ya da olayların, deneyimlerden yararlanarak, beceri ve düş gücü kullanılarak ifade edilmesine yönelik yaratıcı bir insan etkinliği olarak da tanımlayabiliriz.

Sanat insan içindir, yaşamdan gelir ve yaşama yansır. Sanat insanla arasındaki bağları güçlendirecek, insanları birbirine bağlayacak, onlara ortak bir geçmişin ve ortak bir geleceğin sorumluları olduklarını duyuracak tek ortamdır.

Sanat ürünlerinin doğal nesnelerden farkı, sanatın niteliğini de ortaya koyar. Doğal süreçler sonucunda ortaya çıkan nesneler (kristaller, sarkıt ve dikitler, arı peteği ya da örümcek ağı, mercanlar gibi oluşumlar) ve doğa manzaraları bir anlamda güzel sayılsalar da sanat yapıtı olarak kabul görmezler. Bunlara güzel olarak algılanan canlılar, hayvan ve bitkilerde girer. Çünkü sanatın asıl özelliği, belirli bir nesne üretmeyi amaçlayan ve bir tasarım ya da kurmaca sonunda ortaya çıkan bir etkinlik olmasıdır, insanın yaratıcı gücüne bağlı bulunmasıdır.
Sanat insan düşüncesi, insan amacı, insan deneyimi, insan duygusu, insan becerisi, insan düş gücü ve kullanımı sayesinde ifade edilen tasarım ve kurmaca (yaratma becerisi) ürünüdür.
Sanat, insanın iç dünyasının eseridir ve büyük ölçüde bireyseldir. Ama bütün diğer insanların iç dünyasına da hitap ettiği için kısa sürede toplumsallaşmaktadır.

Sanatın ne olduğu konusu çağlara, toplumlara, üzerinde durulan sanat alanına göre bazı değişiklikler göstermektedir.
Sanat insanların bir arada yaşamaya başlamalarından günümüze değin düşünce ve duygularını türlü yollarla ifade ettikleri bir dil olmuştur.

Bir arada yaşamaya başladıklarından itibaren  varlığın türlü yönlerini anlatan veya yorumlayan insan düşüncesi, bu tasarımları çok farklı şekiller halinde somutlaştırmış, soyut kavramları elle tutulabilir şekillere dönüştürmüştür.
Düşünen ve şekil çizebilen insan, varlık karşısındaki tavrını türlü şekillerle anlatmaya çalışmıştır. Bu bakımdan sanatın bir tanımı da; “insanın kendini anlatma yolu” olarak formüle edilebilir.
Şu anda Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmekte olan Çatalhöyük yerleşimine ait bir duvar resmi neden sanatın ilkçağ mağara resimlerinden başlatıldığının güzel bir örneğidir.



Bu duvar resminde gerçekçi biçimde işlenen hayvan figürünün çevresinde özensiz, ayrıntıdan yoksun hayvana kargı atan bir dolu insan betimlenmiştir. Bu av sahnesinde soyut bir kavram olan ‘GÜÇ’ çok güzel ifade edilmektedir. Sayıca çok ama hepsinin gücü ancak bir hayvana bedel olan insanların hayvan karşısındaki önemsizliği çizgilerdeki ayrıntı farkıyla ve boyutlarla oynanarak belirtilmiştir. Hayvan figürü oldukça gerçekçi ve ayrıntılı olarak resmedilerek onun yaşamdaki önemi vurgulanmıştır.
Sanat bir dildir. Bu dili de insanlar ilkçağdan başlayarak günümüze kadar çok iyi kullanmışlardır.
Sanat tarihine baktığımızda,  sanatın gelişiminin insanoğlunun oluşturduğu uygarlıklarla birebir ilişkili olduğunu görürüz. Sanatın tarihini uygarlık tarihini bilmeden anlamlandırmamız mümkün değildir.
Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olan sanat insanlıkla yaşıttır.
Genel olarak herhangi bir etkinliğin ya da bir işin yapılmasıyla ilgili yöntemlerin, bilgilerin ve kuralların tümüne birden sanat diyoruz.

Sanat eserini meydana getiren, sanat olgusunu çıkaran üç unsur vardır: Sanatçı, sanat eseri ve sanat eserini anlayıp takdir eden kişiler yani alımlayıcılar.

Sanatçı
Farklı görür
Seçicidir
Farklı anlatımı vardır
Yaratıcıdır, yansıtmaz
Hayal kurar
Duyarlıdır
Çağrışım zenginliği ne sahiptir
Gerilim sürekliliği vardır
Bilinci yalıtık bilinç değildir. Özellikleri olan toplumsal bir bilinçtir.
Sanatçı sanatında bir yandan nesneli sunarken öte yandan özneli nesnelde anlaşılır kılar. Özneli nesnele indirger.
Sanatçı yaratma aşamasında (kendisiyle bile) tartışır. Yaratma süreci sancılıdır.

Sanat Eseri (Estetik nesne)
Resim, heykel, roman, beste, şiir, bina…. Yapıt sanatçının ruhunun dışlaştığı yerdir. Yapıtta sanatçının bilinci belirleyicidir.

Estetik Özne ( Alımlayıcılar )
 İzleyici bakar, ilgilenir, hoşlanır. Fakat estetik nesne yani yapıt yüzeyde bir takım şeyler gösterse de onun asıl zenginliği derinlerdedir. Yapıt alımlayıcıyı derinlere çeker. Görünmez yanlarına tanık olmasını ister. Gizlerini tanımaya çağırır. Alılmayıcının yapıtı kavrayıcı gücü, eğitimi ve yetkin bir bilinci vardır. Gündelik bilinçle yapıt kavranamaz.

Sanat ve Zanaat Arasındaki Fark
Sanat eserlerinde, onları estetik nesne haline getiren bazı özellikler vardır. Biz buna estetik değer diyoruz. Yani eğer bir eserin estetik bir değeri varsa, o eser sanat eseri olabilir. Sanat eseri deyince, sanatın bütün alanlarında verilmiş ve estetik değeri olan eserleri saymak gerekir.

Verdiği eserler bakımından sanat ile zanaatı da birbirlerinden ayırmak gerekir.
Zanaat, faydaya dayalı ürünler ortaya koymaya denir.
Sanatta faydadan ziyade sanat kaygısı egemendir; belli bir menfaat sağlamak amacıyla yapılan eserler daha çok zanaat eserleridir.
Bir sanat eserinin estetik değer kazanabilmesi için, hiçbir çıkar düşünmeden o nesneden haz duyan ve onu takdir eden estetik öznelerin bulunması gerekir.
Güzel bir tablo karşısında duygulanmayan, çok güzel bir konseri, bir tiyatro oyununu alkışlayamayan, güzel bir şiirden ruhu kıpırdamayan kişiler karşısında sanat eserinin bir değeri yoktur.

Belli başlı sanat alanları şunlardır
Resim, grafik, seramik (plastik sanatlar)
Müzik (işitsel sanatlar)
Mimarlık (Yapı sanatı)
Edebi sanatlar, roman,öykü, şiir, tiyatro eserleri (Yazınsal sanatlar)
Sinema, fotograf, video (Görüntü sanatları)
 Tiyatro, bale ve dans (Sahne sanatları)
Opera (İşitsel ve sahne sanatları)

Sanatı daha iyi anlayabilmek için, filozofların sanat faaliyetini nasıl değerlendirdiklerine kısaca bakmak gerekir. Sanatın kökeninin, kaynağının ne olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır ve bunlardan bazıları şöyle özetlenebilir:
Taklit
Sanatın esasının taklit olduğunu savunan ilk düşünür Aristoteles’tir (M.Ö. 384-322). Aristoteles insanda bir taklit (mimesis) yeteneği ve hazzının bulunduğunu, sanatçının olayların ve varlıkların özündeki ideali, düşünceyi taklit ettiğini söyler. Sanatçı, âdeta doğanın eksik bıraktığı şeyleri tamamlar.
Estetiği bağımsız bir bilim haline getiren Alman filozof Alexandre-Gottlle Baumgarten’e göre: “Evrende madde ve ruh öylesine uyumlu bir şekilde birleşmiş ve kaynaşmıştır ki, sanatın ve sanatçının amacı doğayı taklit olmalıdır.”
H.Koch’a göre ise, sanat, özel bir gerçekliği yansıtma biçimidir. Ancak bu yansıtma biçimini toplumsal değerler belirler.
Hegel (1770-1831) de doğa güzelliğini reddederek sanat güzelliğini doğa güzelliğinden üstün tutar.
Yaratma
Doğadaki varlıkların ve olayların doğrudan kendileri bir sanat eseri sayılmazlar. Doğal şeylerin bir sanatçı tarafından işlenmesi ve düzenlenmesiyle bir sanat eseri ortaya çıkar.
Sanatçıda yaratıcılığı yönlendiren, onun hayal gücüdür. Reel varlıklar ve olaylar onun hayal gücü ile birleşerek unutulmayan sanat eserlerine dönüşebilir.
Bu arada gerçek varlık ve olayların bazı yönleri kırpılıp atılır, bazı yönleri sanatçının orijinal yaratması, hem ele aldığı konular, hem kullandığı malzeme, hem işleme tarzı ile onun kendine has üslubunu ortaya koyar.
George Santayana (1863-1952) ve John Dewey’e (1859-1952) göre de sanatsal yaratma, kişinin çevresiyle etkileşiminden çıkar. Sanatçıda bir kişilik, hayal gücü, bilgi, çevrede çeşitli şekiller, olaylar, sesler, malzemeler… Dolayısıyla çevre sanatçıyı besler, sanatçı çevreyi değiştirir.
Oyun
Bazı filozoflara göre, sanatın kaynağı eğlence ve oyundur. İnsanlar zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra amaçsız olarak, hoşa giden bir takım oyun faaliyetlerinde bulunurlar. Bu tür, hem bedeni dinlendirir hem hoşa gider.
Bu tür faaliyetlerin bir sonraki adı, kendini süsleme ve yakın çevresini hoşa gidecek, beğenilecek bir şekle getirmedir. Charles Bordele’e göre sanat böyle ortaya çıkmıştır.
Shiller de, ‘sanatın kaynağı oyundur’ demekten öte gerçek estetik dünyanın, oyun dünyası olduğunu, insanın sadece oyunda gerçek insan olduğunu, özgür davranmanın, hayal gücünü gerçekleştirmeye çalışmanın orada mümkün olduğunu ve bu faaliyetin sanata yakın olduğunu anlatır.
Ancak başlangıçta kendiliğinden ve tamamen özgürce olan oyun faaliyetinin zamanla durulduğu, bir takım kurallara bağlandığı, iyice sembolize edildiği görülür.
Oyun kısa sürede gerek ritmik hareketleriyle gerek müzik ve giysileriyle taklidin etkisine girer. Oyun, içgüdüsü taklit tarafından kontrol edilmeye başlanır. Ama oyun faaliyeti daha sonra gerek dansta, müzikte gerekse plastik sanatlarda ve resimde görüldüğü gibi, diğer sanatsal çalışmaların kaynağını oluşturmuştur.
B. Croce, “Sanat, oyun değilse de o türden bir faaliyettir” demektir. Çünkü sanatın özü ve amacı oyundan oldukça farklıdır. Sanat yalnız taklit etmez; değiştirir ve yaratır. Bu değiştiricilik ve yaratıcılığın arkasında o çok takdir edilen sanatçı özgürlüğü vardır.




Yararlanılan Kaynaklar
Afşar Timuçin, “Estetik”
Ayla Ersoy. “Sanat Kavramlarına giriş.”
İsmail Tunalı. “Estetik”
Mustafa Ergün. “Sanat Felsefesi”
Nejat Bozkurt, “Sanat ve estetik Kuramları”